Yapılan araştırmalara göre dünya üzerindeki su kütlesinin hemen hemen tamamı volkanik patlamalardan atmosfere salınan su buharından husule gelmiştir. Atmosfere salınan yüksek miktardaki su buharı yoğunlaşarak yıllar boyunca yağan yağmurları ve nihayetinde deniz ve okyanusları meydana getirmiştir. Yağmur suları tatlı yani saf su olmasına rağmen okyanus ve denizlerde yüksek miktarda tuzluluk vardır. Bunun nedeni jeolojik tabakaların yüksek miktarda karbonat, sodyum klorür (tuz) ve zengin mineraller içermesidir. Sodyum miktarı oldukça fazla olduğu için deniz ve okyanusları oluşturan tatlı suların tuzlu hale gelmesine neden olur. Tuz oranı yüksek bu sularda herhangi bir kara canlısının veya bir insanın uzun süreler yaşaması mümkün olmamasına karşın birçok deniz canlısı rahatlıkla yaşayabilmektedir. Tabii yaşamlarını vücutlarındaki mükemmel organ sistemleri sayesinde sürdürürler.
Okyanus ve denizlerde tıpkı karada yaşayan canlılar gibi mikroorganizmalardan tutun devasal memeli canlılalar kadar binbir çeşit canlı türü yaşamaktadırlar.
Biz yanlızca bu devasal canlılar aleminden bilinen ve bilinmeyen birkaç örnek
vereceğiz.
Resimde görülen canlılar bakteri ve virüslerden sonra denizlerde yaşayan en küçük canlılar sayılabilirler. Bu canlılara "Plankton" adı verilmektedir. Planktonlar tatlı sularda yaşayabildiği gibi deniz ve okyanusta yaşayanlarıda vardır. Bu canlılar tıpkı bakteriler gibi ikiye bölünerek çoğalmaktadırlar. Önce canlının içerisindeki DNA replikasyonla kopyalanarak iki katına çıkarılır ve ardından canlının vücudu ikiye bölünür. Miktarı iki katına çıkan DNA nın yarısı birinci yavru hücreye diğer yarısı ise ikinci yavru hücreye aktarılır. Planktonların en önemli özellikleri, suda yüzmek için aktif olarak belli bir hareketleri olmamasıdır. Bu canlılar bulundukları su ortamının akımına bağımlı olarak başıboş dolanırlar.
Yandaki resimde ise okyanus ve denizlerde, hatta havuz suları gibi tatlı su birikintilerinde bile yaşayabilen diğer başka bir tür tekhücreli canlı türünü görmektesiniz. Planktonlar ancak mikroskopla görülebilirler fakat çıplak gözle dikkatlice bakıldığında görülebilecek kadar büyük olanlarıda vardır. Bu mikroskobik canlılardan en çok bilineni ise "Alg" adı verilen tek hücreli bir canlı türüdür ki algler hemen hemen heryerde yaşamaktadırlar. Denizlerde, tatlı sularda, okyanuslarda, havuz sularında, su birikintilerinde çamurların içinde ve nehirlerde bile yaşamaktadırlar. Bu kadar fazla bir yaşam alanına sahip canlılar biz ziyaretçilerin bile gözünden kaçmış olamaz. Sizlerde aslında alg ve diğer tek hücreli canlıları mutlaka biryerlerde görmüşsünüzdür. Örneğin bir havuz veya inşaat sahasındaki şeffaf su birikintilerinin renginin, birkaç gün sonra yeşile veya kırmızıya dönüştüğünü görmüşsünüzdür. Bu sularda ilk zamanlarda yaşayan binlerce tek hücreli canlı türü, uygun bir sıcaklığa geldiğinde süratle çoğalmaya başlarlar. Yanlızca birkaç gün içerisinde sudaki canlı sayısı milyarı bulabilir. Bu kadar fazla sayıdaki tek hücreli canlılar suyun rengini bulandırmaya başlar. Suyun rengi niçin yeşile dönüşüyor ? Bunun nedeni ise bazı planktonların, tıpkı yeşil bitkiler gibi klorofil molekülünü içermesinden dolayıdır. Hatırlarsanız bitkilerin yapraklarının renginin yeşil olarak görünmesinin klorofil molekülünden dolayı olduğunu söylemiştik.
İşte bu tip planktonlarında vücutlarında klorofil molekülü vardır ve tıpkı bitkiler gibi fotosentez yaparlar.
Bu yüzdendir ki taksonomik olarak sınıflandırılırken bitkiler kategorisinemi
yoksa hayvanlar kategorisinemi konacağı konusunda sistematikçilerin ortak bir
kararı yoktur. Yumuşakçalar (Mollusk)
Okyanus ve denizlerde yaşayan diğer bir canlı grubu ise, genel latince isimleri "Mollusk" olan yumuşakçalardır.
Bu canlıların vücutları adındanda anlaşılacağı gibi oldukça yumuşak bir yapıya
sahip olup, bazı türlerinin vücutları oldukça sert kabuklarlada kaplı olabilir.
Yumuşakçaların en iyi bilinen iki örneği "Mürekkep balığı" ve kabuklu bir
yapıya sahip olan "Deniz minareleri"dir.
Mürekkep balıkları, gerek anatomik yapıları gerekse savunma mekanizmaları
bakımından oldukça ilginç canlılardır.
Belgesellerde sık olarak gördüğümüz bu canlıların hareket mekanizmaları, bir jet motorunun çalışma prensibiyle aynıdır. Bu prensip "etki-tepki" prensibidir.
Yani bir yandan madde alınırken diğer yandan madde verilmekte ve bu şekilde
süratle hareket etmektedir.
Balık, öncelikle vücudunu, arka tarafından aldığı bir miktar su ile doldurur. Ardından karın kaslarını büyük bir şiddetle kasarki bu kasılma neticesinde sıkışan su büyük bir süratle yine vücudun arka tarafından dışarı püskürtülür.
Dışarı püskürtülen su, balığın büyük bir hızla ileri doğru ivmelenmesini sağlar.
Bunun yanında hayvan düşmanlarından korunmak için bir tür sıvı salgılarki bu
sıvı mürekkebe benzer olup salgılandığında, kendisi kovalayan avcının görmesini
engelleyecek kadar suyu bulandırabilir.
Yine bir mollusk olan deniz minareleri ise, yumuşak bir vücuda sahip olmasına
karşın çok sert bir kabuğa sahiptir.
Nasıl oluyorda bu canlılar etraflarını kabukla örtebiliyorlar ?
Bir sperm ile bir yumurtanın birleşmesinden sonra zigotu meydana getirdiğini ve bu zigotun ardı ardına milyonlarca kez bölünerek bir yavru canlıyı meydana getirdiğine değinmiştik.
Mesela insan yavrusunda, en dıştaki hücreler diğer hücrelerden farklılaşarak
keratin adı verilen bir madde üretir ve " Derinin " şekillenmesini sağlarlar.
Deniz minarelerinde ise, zigot milyonlarca kez bölünerek yavruyu meydana getirdiğinde, yavrunun en dıştaki hücreleri " Kalsiyum " salgılayan özel bir hücre tipine farklılaşırlar.
Bu hücreler, canlının içinde yaşadığı deniz yada okyanuslardan absorbe edilen
kalsiyumu düzenli bir şekilde salgılayarak canlının etrafında kalın bir tabaka
oluşmasını sağlarlar.
Genelde beyaz görünen bu canlılar yandaki şekilde görüldüğü gibi rengarenk
motiflerede sahip olabilirler.
Okyanus Bitkileri
Şu an soluduğunuz havadaki oksijenin büyük bir kısmı,
deniz ve okyanuslarda yaşayan ve klorofil içeren bitkiler tarafında fotosentez
yoluyla üretilir.
Nasıl ki atmosfer şartlarında klorofil içeren bir bitki havadan CO2 yi,
topraktan suyu ve güneşten ışığı alarak fotosentez yapıp canlılar için oksijen
üretiyorsa aynı şekilde deniz ve okyanuslarda da güneş ışığının varabildiği
bölgelerde bulunan klorofilli bitkilerde oksijen üretmektedirler.
Bu canlıların büyük bölümünü ise yosunlar teşkil eder. Bunun yanında daha
adını sayamadığımız onbinlerce tür deniz bitkisi vardır.
Basit bir canlı gibi görünen bu yaratıkları aslında ekosistemin vazgeçilmez birer parçasıdırlar.
Bu canlıların milimetrelerle ölçülebilecek kadar küçük olanları olduğu gibi
yüzlerce metre uzunluğunda devasal boyutlara sahip olanları da vardır.
Atlas okyanusu kıyılarında yaşayan bir tür deniz bitkisi, fotosentez yapmak için oldukça mükemmel bir yöntem geliştirmiştir. Bu bitki tıpkı bir " Palmiye " ağacına benzer ve onlarca metre uzunluğundaki dallarının uçlarında bir veya birkaç adet hava kesesi bulunur. Bu hava keseleri, bitki geliştikçe gitgide büyüyerek bitkinin dallarını suyun kaldırma kuvvetinin etkisiyle yukarı doğru kaldırır.
Bu şekilde deniz yüzeyine yaklaşan dallar güneş ışığından olabildiğince
faydalanarak fotosentez yapma imkanı bulur.
Erkek bitkiden gelen bir sperm ile dişi bitkiden gelen bir yumurta hücresinin
birleşmesiyle (eşeyli üreme) yavru bir bitki meydana gelebildiği gibi bazı
bitkiler ikiye bölünme ve " Tomurcuklanma " ile de çoğalabilir (eşeysiz üreme).
Tomurcuklanma, bir bitkinin belirli bir bölgesinde büyüyen hücre veya hücre
gruplarının daha sonra bitkiden ayrılarak bağımsız bir şekilde kendi başına
büyüyüp gelişmesi olayıdır.
Karada yaşayan bazı bitki türleri de tomurcuklanma ile çoğalmaktadır.
Derisi dikenli deniz yaratıklarının başında "Deniz yıldızları", "Deniz hıyarları" ve değişik şekillerdeki dikenli canlılar gelmektedir. Bu hayvanların yaşayış tarzları pek aktif olmasa da görünüş itibariyle deniz diplerinde bir renk cümbüşü meydana getirmektedirler.
Görünümleri göze çok hoş gelen bu yaratıklar alımlı renkleriyle deniz
diplerindeki vahşi yaşamın vazgeçilmez birer parçasıdırlar.
Deniz yıldızları bilindiği gibi ikiye, üçe, dörde veya daha fazla sayıda parçalara ayrılmasına rağmen her ayırdığınız parça kendini tamir ederek yeni bir deniz yıldızı verebilir.
Canlıların bu yeteneklerine "Rejenerasyon" yani tamir edebilme özelliği denir.
Deniz yıldızlarının bazı türlerinde dikenler oldukça uzun olup, yıldızı vahşi
deniz canlıları tarafından parçalanma tehlikesine karşı korur.
Deniz hıyarları, protein bakımından zengin olup uzakdoğu ülkelerinde besin kaynağı olarak tüketilmektedir.
Bu canlılar genellikle fazla derin olmayan okyanus sularında yaşarlar.
Deniz kestaneleri ise dışarıdan basit bir yapıya sahip olduğu izlenimini verir fakat iç organları oldukça kompleks bir yapıya sahiptir.
Öyleki kestanenin içerisinde, hayvanın sudaki oksijeni rahatça soluyabilmesi
için suyu vücudunun içerisinden geçiren karmaşık devri-daim organları bile
vardır.
Bu mükemmel deniz yaratıkları, gözalıcı renkleriyle deniz diplerini adeta birer
cennete çevirirler.
Yüksek Organizasyonlu Deniz Canlıları
Yüksek organizasyonlu canlılar çok sayıda türleri kapsamakla birlikte biz en
çok bilinen " Köpek balıkları " ve " Balina " türlerine örnekler verdik.
Köpek balıkları belgesellerde ve filmlerde gördüğünüzden çok daha mükemmel ve gizemli yaratıklardır.
Köpek balıklarının kendi içerisinde birçok alt türleri vardır.
Örneğin mahmuzlu köpek balığı, boğa köpek balığı ve çekiç başlı köpek balığı gibi.
Fakat köpek balıklarının bazıları çok uysal olmakla birlikte diğer bazı türleri
oldukça saldırgan olup önüne gelen hemen her tür canlıya saldırabilirler.
Saldırgan bir köpek balığı grubu kendilerinden onlarca kat daha büyük olan
balinalara bile saldırabilirler.
Bu balıklardan en ünlüsü ise "Beyaz köpek balıkları"dır.
Bu balıklar köpek balığı türleri arasında en saldırganı olup yunuslara, foklara,
deniz aslanlarına ve hatta balinalara bile saldırabilirler.
Bir köpek balığını tehlikeli yapan en önemli organları dişleridir. Eğer
dişleri normal bir balığınki gibi pek keskin olmasaydı, köpek balıkları
tanındığı kadar tehlikeli olmayacktı.
Obje veya av, dişleri üzerinde hareket ettiği zaman jilet kadar keskin olan dişler tarafından rahatlıkla kesilir.
Böylelikle balık avını kısa süre içerisinde parçalayarak etkisiz hale getirir.
Bunu yapmasının nedeni ise avını parçalaması esnasında etrafa saçılacak kemik
parçalarından gözlerini korumak içindir.
Çünki bir canlının kemiği kırıldığı (insan olsun hayvan olsun) zaman küçük
partiküller haline gelen kemik parçaları oldukça keskin bir hale dönüşür.
Bazı köpek balığı türlerinin boyları oldukça büyük olmasına karşın çok uysal olabilirler.
Hatta bazı türleri iri memelilere saldırmak yerine deniz planktonları ve küçük
deniz canlıları ile beslenmektedir.
Köpek balıklarının vücut şekilleri çok mükemmel bir şekilde dizayn edilmiştir. Tıpkı bir füzeye benzeyen vücutları ve güçlü yüzgeçleri sayesinde saatte 60 - 80 km ye kadar hıza erişebilmektedirler.
Diğer bir mükemmel özellikleri ise solungaçlarının bu kadar süratle giderken
sudaki oksijenden maksimum istifade edebilmesi için yan yaraflarda özel olarak
konumlanmış olmasıdır.
Dikkat ettiyseniz yarış arabalarının her iki yanında hava boşlukları olduğunu görürsünüz. Bu boşluklar, araba süratle giderken motorun havayı daha rahat bir şekilde emmesine yardımcı olmak içindir.
Köpek balıklarının yanlarındaki solungaçlarda, hayvan büyük bir süratle yüzerken
sudaki oksijeni maksimum absorbe etmesi için yan taraflarda birer boşluk
bırakacak şekilde konumlanır.
İnsanların köpek balıklarından esinlenerek taklit etmeye çalıştığı bu mükemmel
sistemi köpek balıkları haberleri bile olmadan milyonlarca yıldır
kullanmaktadır.
Bugün halen sadece zevk amacıyla köpek balığı öldüren insanlar vardır. Bazı balıkçılar ise besin değeri ve parasal değeri çok yüksek olduğundan dolayı hiç durmaksızın köpek balıklarını avlamaktadırlar.
Bazı uzakdoğu ülkelerinde balıkçılar, lüks restoranların ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla yanlızca yüzgeçlerini kesip balıkları tekrar çaresiz bir
şekilde denize atmaktadırlar.
Eğer bu mükemmel yaratıkların korunması amacıyla bir önlem alınmaz ise yakın bir zaman içerisinde soyları tükenme noktasına gelecektir.
Ve eğer köpek balıklarının soyları tükenirse, denizde avlanılması ve sayılarının
azaltılması gereken birçok av hayvanının nüfusları gitgide artacak ve deniz
ekosistemini altüst etmeye başlayacaktır.
Balinalar
Doğadaki en büyük memeli hayvanları temsil eden balinaların bazı türleri küçük
boyutlara sahip olmasına karşın bazı türlerinin boyları ise 35 - 40 metreye
kadar varabilir.
Balinalarda kendi aralarında uysal ve saldırgan olarak ayrılırlar. En
tanınan uysal balina, boyutları 35 metreye varmasına rağmen planktonlarla
beslenerek yaşamlarını sürdürürler.
Balina bunu, çenelerinin arkasında bulunan kusursuz bir yüzgeç sistemi sayesinde başarır. Boyu yaklaşık 40 metreye varan ve planktonlarla beslenen bir balina, tek hamlede vücuduna 3 oda dolusu suyu doldurabilir.
Vücuduna doldurduğu bu muazzam su kütlesini, mükemmel bir yüzgeç sistemine sahip
çenelerinden tekrar dışarı verir.
Su büyük bir hızla dışarı çıkarken plankton ve diğer küçük canlılar (ufak balıklar gibi) çenedeki yüzgeçte kalırlar. Bir cm3 suyun içinde onlarca plankton bulunduğuna göre metrelerce küp su içerisinde içerisinde milyarlarca plankton bulunabilir.
Balina bunu defalarca yaparak, midesini protein değeri yüksek bu ufak canlılar
ile doldurur.
Denizlerin en vahşi hayvanları sayılan beyaz köpek balıkları bile bir katil
balinayı gördüğü zaman mümkün olduğu kadar ondan kaçınmaya çalışır.
Bu canlılar, karşılaştıkarı bir köpek balığını tek bir çene darbesiyle ikiye
bölebilirler.
Bazı katil balinalar fok ve deniz aslanlarını avlamak için sahile kadar kovalayabilirler.
Ve bu kovalamaca neticesinde başarılıda olurlar.
Katil balinanın yaklaştığını gören fok veya deniz aslanı sürüsü çareyi kumsala çıkmakta bulurlar.
Fakat katil balinanın sahile kadar çıkacağını ummazlar.
Televizyonlarda gördüğümüz gösteri balinaları bu katil balinalardır. Vahşi
yaşamlarındakinin aksine eğitilidikleri zaman oldukça uysal olan bu yaratıklar
insanların çok yakın dostu olabilmektedir.
Göç sırasında binlerce mil yol katedebilirler. Deniz araştırmacıları halen
balinaların nasıl yönlerini şaşırmadan devasal okyanuslarda istedikleri yerlere
gidebildiklerini tam olarak çözememişlerdir.
Bir balina sürüsünün içindeki bireyler, çok tiz bir ses çıkararak birbirleriyle anlaşmaktadırlar.
Bu seslerin ne anlama geldiği konusunda uzun araştırmalar yapılmaktadır.
Çıkarılan bu sesler kilometrelerce ötedeki başka balinalar tarafından ve hatta insanlar tarafından bile duyulabilr.
Balinaların bu seslere nasıl yanıt verdikleri ise bir sırdır.
Balina ve köpek balıkları deniz ekosistemi için mutlaka gerekli olan canlılardır.
Fakat insanların bilinçsiz avlanmaları sonucunda denizlerdeki av - avcı oranı
süratle bozulmakta, ve denizel ekosistemin dengeleri altüst olmak üzeredir.
Örnek verecek olursak okyanuslarda istakozlarla beslenen ve aynı zamanda besin olarak tüketilen bir balık türü, istakozların bilinçsiz avlanılması sonucunda açlık ve nihayetinde ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelir.
Yani insanlar, besin olarak tükettiği bu balıkları kendi elleriyle yok
etmektedirler.
Aynı şekilde köpek balığı ve balinaların sayılarındaki süratli düşüş, av sayısının yükselmesine (örneğin foklar ve küçük balıklar) ve dolayısıyla denizel ekosistemde bir nüfus patlamasına yol açar.
Av canlılarının sayısı yükseldikçe denizdeki diğer canlıların yaşamları olumsuz
yönde etkilenmektedir.
Umuyoruzki şu an bu mükemmel deniz yaratıklarının soylarının devam etmesi için
yürütülen çalışmalar olumlu sonuç versin ve hergeçen gün yıkılma noktasına biraz
daha yaklaşan deniz ekosistemi eski durumuna kavuşsun.
|