Fiziğin sınırına dayanmakla elde edilecek her tür
bilginin vahiyle uyum içinde olduğu görülür. Öyle ki atom altı dünyadan evrenin
sınırına dayanmış galaksilere kadar görünen alemde her ne varsa üstün bir
titizlikle, hassasiyetle ve düzen içinde yaratılmıştır ve yaratılmaya devam
etmektedir. Yüzyıllar önce yaşamış İslam alimlerinin vahyin
kesinlik arz eden ifadelerinden hareketle elde ettikleri keşif ilimlerinin
(Batıni ilim, gizli ilim ya da Ledun ilmi) 21.yy’da kuantum fiziğinin keşfettiği
bilgilerle paralellik göstermesi şaşırtıcıdır.
Her iki bilginin de aynı kaynaktan gelmesine istinaden İslam
alimlerinin yüzyıllar önce kaleme aldıkları eserlerde maddenin d durmaksızın
yaratılışını ifade eden bilgilerin 21.yy’da yüksek teknoloji ile elde edilen
kuantum fiziği bilgileriyle örtüşmesi şaşmaz bir kesinlik arzeder.
İmam-ı Gazali bir eserinde deneysel gözlemin 5 duyu
organıyla elde edilmesine karşın keşif ilmini bilgi havuzumuzu dolduran altıncı
bir su arkına benzetir.
Şimdi Gazali’nin kaleminden maddenin görünmeyen alemden,
yani kuantumun terminolojisiyle vakum alandan görünen aleme (3 boyutlu evrene)
doğru yaratılışını okuyalım. Vakum alan ve maddi aleme sıçrayan kuarklar
konusunda şunları yazmıştır Gazali;
“Sanki alemin varlıkta dört derecesi
vardır. Birincisi Levhil mahfuzdaki varlıktır. Bu varlık cismani varlıktan
evveldir.”
Cismani varlık bizim evrende gözleyebildiğimiz maddi
varlıklardır. Levhil mahfuz derken, bununla zamanın ve mekanın olmadığı melekut
alemini kastediyor Gazali. Diğer bir ifadeyle bu alem görünen evrenimizin
ötesindeki alemi-gaybdır, yani görünmeyen alemdir. Melekut alemin modern
fizikteki karşılığı “Vakum alan”ın ötesini kapsayan, zaman ve mekanın
olmadığı, gözlem kabiliyetimizin ötesindeki alandır. Dolayısıyla vakum alan
görünen ve görünmeyen alanlar arasında tam bir sınır çizgisini teşkil
etmektedir.
Ekliyor Gazali:
“Bu varlığın arkasında, varlığın
ikinci derecesi olan hakiki varlık geliyor.”
Hakiki varlıktan kasıt ise alem-i şehadetteki, yani görünen
3 boyutlu evrenimizdeki tüm cisimlerdir. Bu alem zaman ve mekan boyutunun
geçerli olduğu evrenimizdir. Atom altı parçacıklar, kuarklar, elementler,
moleküller, canlılar ve doğada görebildiğimiz her ne varsa görünen evrende, yani
alem-i şehadette vücut bulmaktadır.
Geçmiş yüzyılda yaşamış olan başka ilim erbaplarının
yazdıkları Gazali'nin verdiği bilgilerle çok benzerlik gösterir.
“Zira, ayinenin iki vechi
(yüzü) gibi, her şeyin bir mülk ciheti var ki, ayinenin
mülevven (renkli) yüzüne benzer, muhtelif
renklere ve halate medar olabilir; biri melekuttur ki ayinenin parlak yüzüne
benzer. Mülk ve zahir vechinde, Kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemaline
münafi (aykırı) halat vardır; esbab, o halata
hem merci, hem medar olmak için vaz edilmişler.”
Paragrafı şu şekilde izah edip örneklendirelim:
Kabaca açıklayacak olursak aynanın camdan oluşan bir yüzü ve
gümüşle kaplanmış diğer bir yüzü vardır. Camdan oluşan kısım, “Mülk”
yani görünen maddi alemi, ışığın geldiği gümüş kaplı yer ise “Meleküt”
alemini temsil eder. Şimdi;
Bir akvaryum hayal edelim. İçinde su bulunan akvaryumumuz
insan kadar zeki balıklarla dolu olsun. Akvaryumun tabanını kaplayan geniş bir
ayna olduğunu düşünelim. Son olarak akvaryumun tam üstünde aşağıya doğru ışık
veren bir lamba olsun. Lambanın ışığı önce suya girer, su içinden geçerek
tabandaki aynaya çarpar ve buradan yansıyarak balığın gözüne ulaşır. Balık
ışığın kaynağını merak ederek aynaya doğru yaklaşmaya başlar. Işığın kaynağına
ulaşmaya çalışır ancak başını aynaya çarpar, daha ileri gidemez.
Sonuçta balık şu kanaate ulaşır: “Işık aynanın gümüş
yüzünden gelmektedir. Aynanın gümüş yüzeyi ışığı yaratan temel güçtür.”
Örneğimizdeki akvaryum içinde bulunduğumuz görünen evreni,
aynadan yansıyan ışık görünen evrendeki kuarkları, balıklar kuantum
fizikçilerini, aynanın gümüşle kaplı parlak kısmı ise kuantumun tanımladığı
“vakum alan sınırı”nı temsil eder. Görüldüğü üzere kuantum fizikçileri
kuarkların kaynağını bulmak adına vakum alan sınırına başlarını çarpmıştır. Daha
ileri gidememektedirler. Nasıl ki balıkların sudan çıkıp ışığın asıl kaynağı
olan lambaya ulaşması mümkün değilse bilim adamlarının da 3 boyutlu evrenimizin
dışına çıkaran alem-i gaybı, yani bilinmeyen alemi görmelerine imkan yoktur.
İşte bu nedenle bilim adamları 3 boyutlu evrenin dışına,
yani vakum alanın ötesine (örnekte akvaryumun dışına) ulaşması mümkün
olmadığından orası hakkında ancak teori üretebilmektedirler.
Yaratılan her varlığın, örneğin elimizde tuttuğumuz kurşun
kalemin melekut aleminde, yani görünmeyen alemde (alem-i gaybda) bir sureti
vardır. Ayet aynı zamanda görmüş olduğumuz maddi varlıkların vakum alanın
ötesindeki görünmeyen alemde suretleri (simetrisi) olduğunu ve bunların Levh-i
Mahfuz adı verilen bir kitapta yazılı olduğunu da söyler.
Diğer yandan kuarkların yaratılışından şu gerçeğe
ulaşıyoruz: madde sürekli olarak yaratılıyorsa Allah’ın yaratışı kesmesi
durumunda madde bir daha var olamaz, evren de madde ve enerjiden oluştuğundan
maddenin var yok olması evrenin yıkılması ve yok olması anlamına gelir.
Maddenin durmadan yaratılmasıyla ilgili olarak Said Nursi
içinde bulunduğumuz görünen evrenin sadece bir algı yanılması (matriks) olup
olmadığı konusunda İslam alimlerinin tartışmalarına binaen maddenin aslında var
olduğunu, ancak maddenin yaratılışın bir sonucu olarak varlığını devam ettirdiği
yönünde görüş belirtir.
Maddenin yartılışı TV yayınını gibidir. Merkez istasyondan
yayın yapıldığı sürece ekranda görüntü var olacaktır. Ancak yayın kesildiğinde
görüntü de anında ortadan kayboluverir. Dolayısıyla kuarkların sürekli olarak
yaratılması bu örneğe oldukça benzer.
Netice olarak Gazali’nin ifade ettiği üzere hem duyularımız
vasıtasıyla hem de keşif yoluyla elde edilen bilginin aynı kaynaktan gelmesi bu
bilgileri mutlakiyet derecesinde kesin ve doğru kılar.
Ek Bilgiler:
Platon’un idealar felsefesinde ilginç bir hikaye anlatılır.
Hikayeye göre Platon görünen evrende cereyan eden olayları mağara hayatına
benzetir.
Şöyle der Platon:
"Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri
mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da
arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın
aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve
taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve
dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini
anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zâhiri olduğuna ve
gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır."
Görünen evrendeki canlı-cansız her varlığı gölgeye, bu
cisimleri meydana getiren asıl varlıkların ise perde arkasında olduğunu
söylemesi Gazali’nin tarif ettiği Alem-i gayb (melekut alemi) ve Alem-i şehadet
(görünen evren)’e inanılmaz derecede benzerlik gösterir.
Mağara içinde görünen gölgeler evrenimizde kuarkların
yaratılmasıyla oluşan cisimleri (yani maddeyi), mağara dışındaki gerçek
varlıklar ise bizim göremediğimiz, vakum alanın ötesinde bulunan melekut
alemindeki varlıkları anlatıyor gibidir. Platon’un mağara benzetmesini sadece "idealar"
felsefesini izah etmek için kaleme alıp almadığını bilmemekteyim ancak İslam
alimlerinin bize aktardıkları görünen ve görünmeyen alemleri izah eden
bilgilerle benzerlik göstermesi bakımından dikkate değerdir.
-Son-
1.Bölüm