Not:
“İndirgenemez Kompleks Sistemler” bir canlının herhangi bir organının (mesela
gözün) ya bütün yapı elemanlarıyla var olması ya da en küçük bir parçanın eksik
kalması durumunda organın bütün fonksiyonlarını tamamen ve kalıcı olarak
kaybetmesi durumudur. Ya hep ya hiç prensibidir bu.
En can
alıcı nokta ise ortaya çıkacak yararlı mutasyonun o canlıda tek başına hiçbir
şekilde yeterli olmayacağıdır. Çünkü mutasyon faydalı olsa bile sonraki nesle
aktarılmadığı sürece o canlı ile birlikte yok olup gidecektir. Bu demek oluyor
ki mutasyonun mutlak suretle o canlının üreme hücrelerinde; yumurta veya sperm
hücrelerinde meydana gelmesi gerekir.
Aksi durumda mutasyon o canlının ölümüyle
yok olacağından sonraki nesilde yavrular yine aynı şekilde, yani mutasyonsuz
halde doğacaktır.
Mutasyonun rastlantısal baz değişikliklerine neden olması
O
değişikliğin aynı zamanda anlamlı bir baz dizisi yaratması
Anlamlı baz dizisinin sonraki binlerce ve milyonlarca yıl boyunca 2. defa
mutasyona uğramadan aynı şekilde kalabilmesi
Anlamlı baz dizisi değişikliğinin ortaya çıkaracağı proteinin hücre içindeki
fizyolojik olayları olumsuz yönde etkilememesi
Proteinin canlının içinde bulunduğu yaşam koşullarına adaptasyonunu
kolaylaştıracak bir fonksiyon kazandırması (adapte olmaması durumunda
canlının doğal seçilime uğrayarak yok olması)
Adaptasyona sebep olsa bile mutasyonun sonraki nesle aktarılması için
anlamlı baz diziliminin mutlak suretle üreme hücrelerinde, yani sperm veya
yumurta hücrelerinde meydana gelmesi
Olasılıkları yan yana koyup çarptığınızda yukarıda verdiğim kütüphanedeki kör
adam örneğinin bile canlıdaki faydalı değişikliğin ve sonraki nesle
aktarılmasının imkansızlığını göstermesi açısından gerçek mutasyona kıyasla ne
derece aciz kaldığını görebiliriniz.
4- “Varyasyon canlının ortama uyum sağlamasını gerektirir. Uyum sağlayamayan bir
canlı kesin suretle ortadan kalkar. O halde canlıda meydana gelebilecek olan
mutasyon mutlak suretle canlının adapte yeteneğini artırmak zorundadır.”
Sorun şu
ki canlıda mutasyon meydana geliyorsa o mutasyonun canlıyı içinde bulunduğu
ortamın şartlarına uyumlu hale dönüştürmesi gerekir. Yukarıda belirttiğim üzere
bir canlıyı bulunduğu ortamdan başka bir ortama sokmamız durumunda içine girdiği
yeni ortamın şartları canlının DNA’sı üzerinde bulunan baz dizilimini
değiştiremez. Diğer bir deyişle çevre şartları canlıyı ortama adapte etmek üzere
genleri belli mekanizmalar çerçevesinde değişime zorlayamaz. Çünkü genlerdeki
değişimin yegane yolu mutasyondur ki mutasyonlar onları ortaya çıkaran
mutajenlerle (etkenlerle) gerçekleşir. Mutajenler ise ortam şartlarına göre
davranamazlar.
Şimdi
basit bir örnek verelim:
Tatlı
suda yaşayan bir balığı tuzlu suya saldığımızda o balığın yaşaması mümkün
değildir (bazı türler her iki suda yaşayabilecek özelleşmiş ve karmaşık
mekanizmalara sahiptir).
Evrimsel
yaklaşım bize milyonlarca yıl içinde kademeli olarak balıkta mutasyonlar meydana
geldiğini, bu mutasyonların balığın tuzlu suya adaptasyonunu (uyumunu)
sağlayacak özelleşmiş organlar ortaya çıkaracağını söyler. Demek oluyor ki
evrimsel yaklaşım kaçınılmaz olarak tuzlu suyun olduğu bir ortamda suyun
fiziksel ve kimyasal yapısının balığın DNA’sında meydana gelebilecek
mutasyonları “tuzlu suyun zararını giderecek” özel bir organı ortaya çıkaracak
şekilde yönlendirdiğini söylemek zorunda kalacaktır.
Dawkins’in
her defasında kaçamak cevaplar vermeye çalıştığı can alıcı 3. nokta burasıdır.
Çünkü doğada cereyan eden biyolojik fenomenler içinde DNA’yı ortam şartlarına
göre değiştirecek olan mutajenleri yönlendiren ve bu mutajenleri kompleks bir
organ oluşturacak şekilde organize eden hiçbir varlık/faktör/güç deneysel olarak
gözlemlenmemiş ve bilimsel literatüre geçmemiştir.
Özetle
ifade etmek gerekirse evrimin aşamalı mutasyon olarak tabir ettiği ve
milyonlarca yıla yayılacak adım adım baz (DNA kodları) değişiklikleri hiçbir
suretle çevre şartlarına göre şekillenemez ve tamamen rastlantısaldır.
Kütüphaneye giren gözü bağlı okuma-yazma bilmeyen adama uzun süre boyunca bir
şairin resmini göstermekle adamın yapacağı rastlantısal değişikliklerin
kitapları şiir dizelerine çevirmesini beklemek ne derece mantık dışı ise tuzlu
suya konan tatlı su balığının DNA’sındaki baz (kod) dizilimlerinin tuzlu suyun
fiziksel ve kimyasal özelliklerine göre değişmesini beklemek de aynı derecede
mantık dışıdır. Çünkü doğada tuzlu suyla etkileşime giren bir balığın
hücrelerindeki DNA’yı suyun özelliklerine göre değiştirecek bir mekanizma, ya da
mutajenleri DNA’yı tuzlu suya adaptasyon için değiştirmeye iten bir güç yoktur,
deneysel olarak gözlemlenmemiştir ve dolayısıyla da bu iddiaların hiçbir
bilimsel temeli yoktur.
Evrimin
mutasyonlarla aşamalı olarak gerçekleşmesi gerek deneysel gerekse mantıksal
olarak imkansız olmasına rağmen evrimciler sıçramalı mutasyonlardan bahsederler.
Sıçramalı
mutasyon bir çırpıda milyonlarca harfin değişmesi suretiyle polisiye romanlar
dizisinden oluşan kütüphanedeki birkaç veya onlarca cilt kitabın bir anda şiir
kitabına dönüştüğünü ileri sürer. Aşamalı mutasyonu zaten açıklamaktan aciz olan
evrimcilerin sıçramalı mutasyonlar şeklinde bir önerme geliştirmeleri bir nevi
evrimi kurtarma operasyonu gibidir.
Canlıların bir anda yepyeni fonksiyonlarla ortaya çıkması demek, milyonlarca
yıllık evrim süreci içinde sadece göz açıp kapama süresinde, yani birkaç günde
DNA kodlarının esrarengiz bir itici güç ile anlamlı diziler halinde yeninden
yazılması anlamına gelir. Bu tıpkı bir bilgisayar programının kodlarının
saniyeler içinde yeniden yazılması suretiyle bambaşka bir yazılıma dönüşmesine
benzetilebilir.
Aşamalı
evrimciler DNA’daki sıçramalı ve devasa değişikliklerin kromozom mutasyonları
ile meydana geldiğini söylerler. Böylelikle akıllara durgunluk verecek oranda
küçük bir olasılıkla da olsa sıçramalı bir mutasyonu bilimsel terminoloji ile
ifade ederek “şarlatan” olarak niteledikleri evrim karşıtlarına veya
yaratılışçılara bilimsel dille cevap vermiş olurlar. Ancak kullanılan dil ne
olursa olsun baz düzeyinde mutasyonla kıyaslandığında katmerli şekilde imkansız
olan sıçramalı mutasyonu da ispat eden bir delil literatüre geçmemiştir.
Dolayısıyla bilimsel dil gerçek manada “Bilimsel Mitoloji”ye dönüşmekten
kaçamaz.
Kütüphanedeki polisiye kitapların rastlantısal olarak şiir dizelerine
dönüştüğünü kestirmeden gözlemlemenin bir yolu var mıdır?
En
azından denemek için süreyi kısaltarak evrim sürecini hızlandırmanın yolları
vardır.
Bilim
adamları 1950’lerden itibaren çok hızlı üreme yeteneğine sahip Drosophila
Melanogaster adında bir sinek (sirke sineği) türü üzerinde mutasyon denemeleri
yapmaya başladılar. Sineğin çok hızlı üremesi mutasyonların nesilden nesle
aktarılmasını incelemek için fırsat sunuyordu. Mutajenlerin sayısı ve dozu
artırılarak evrim süreci içinde yüzlerce hatta binlerce yıl içinde meydana
gelebilecek mutasyonların frekansı (sıklığı)da artırılmış oldu ki böylelikle her
denemenin sonunda yeni doğan sineklerin morfolojileri (dış görünüşleri) çok
hızlı bir şekilde incelenmiş olacaktı.
Yapılan
deneyleri, örneğimizdeki kütüphaneye bir tane değil onlarca gözü bağlı
okuma-yazma bilmeyen adamın sokularak rastgele seçtikleri kitaplar üzerinde
değişiklik yapmasına benzetebilirsiniz. Kitaplara müdahale eden adam (yani
mutajen) sayısı artırılarak şiirsel dönüşümün hızlandırılması umulmuştur.
Ancak
onbinlerce sinek üzerinde yapılan deneylere rağmen sineklerde değil yeni bir
organın ortaya çıktığını gözlemlemek, herhangi bir organda faydalı bir
fizyolojik (hücre düzeyinde işleyiş) kazanım dahi gözlemlenmemiştir.
Kafasından anten yerine bacak çıkan sinek örneği:
(2. Bölüm
Sonu)
|