İndeks
 Ana Sayfa
 Editör'ün Notu
 Temel Bilgiler
 Akıllı Moleküller
 Genlerin Dünyası
 Hücre
 Deniz Biyolojisi
 Bitkilerin Dilinden
 Vahşi Çiçekler
 Mikrobiyoloji
 Virüsler
 Biyokimya-I
 Biyokimya-II
 Ekoloji
 İlginç Canlılar
 Kainatın Dengeleri
 Sözlük
 Sözlük (Geniş Kapsamlı - ENG)
 Duvar Kağıtları
 Faydalı Linkler
 E-Posta
Evrime Dair
 Önsöz
 İlkel Çorbada Neler Var?
 Fosillerin Görüşleri
 Evrimin Mutasyon Çıkmazı-1
 Evrimin Mutasyon Çıkmazı-2
 Evrimin Mutasyon Çıkmazı-3
 Kompleks Sistemler-1
 Kompleks Sistemler-2
 Bir Yanılgı Olarak Evrim-1
 Bir Yanılgı Olarak Evrim-2
 Sonuç
Kuantum Dünyası
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-1
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-2
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-3
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-4
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-5
 Geçmişten Günümüze Kuantum-1
 Geçmişten Günümüze Kuantum-2

İstanbul

Site Grafikleri
1024 x 768 Ekran Çözünürlüğünde En İyi Şekilde Görünür.

KUANTUM DEVRİMİ VE DETERMİNİZM (3)




  18.yy’da İskoç filozof David Hume sebepler ve sonuçlar arasında gerçekte herhangi bir zorunluluk olmadığını ortaya koyarak Batı felsefesinde adeta depreme yol açmıştı. Sebepler ve sonuçlar arasındaki muazzam uçurum ve aralarındaki zorunlu olmayan ilişkiyi göstererek özellikle Skeptizm (kuşkuculuk) akımıyla bilinir oldu ve Batı felsefesinin en önemli figürlerinden biri haline geldi.

 Neydi D.Hume’u bu kadar önemli bir figür haline getiren?

 Hume, insanoğlunun var olduğu günden bu yana gözlemlediği doğa olaylarını bir zorunlulukmuş gibi kabul etme hatasına düştüğünü fark etmişti.


Yani sebep ve sonuçları anlamak için deney yapmak yoluyla edindiğimiz bilgiler bizim beklentilerimizden başka bir şey değildi.

Mesela X maddesi ile Y maddesini bir tüpün içine koyduğumuzda Z maddesi oluşmaktadır. Bu deneyden yola çıkarak “X ve Y daima Z’yi meydana getirir.” bilimsel yargısına varırız. Halbuki Hume X ve Y’nin Z’yi oluşturduğu yargısına varmanın bizim beklentimizden ibaret olduğunu, gerçekte ise X ve Y’nin Z’yi oluşturması için aralarında zorunlu bir ilişki, bir ispat olamayacağını göstermişti.

Çünkü Z bir sonuç olarak X ve Y’nin içinde keşfedilemezdi. Hume’un ne demek istediğinin daha iyi anlaşılması açısından X ve Y olarak Hidrojen(H) ve Oksijen(O) gazlarını, Z olarak da suyu örnek alalım.

Hayatında hiç H ve O görmemiş bir adamın eline bu gazları verdiğimizi ve bu ikisini birleştirdiğinde neler olacağını deney yapmaksızın bize söylemesini isteyelim. Adama “H ve O’yu birleştirirsek ne olur?” diye sorarsak adamın bu gazları incelemek suretiyle bize bir cevap vermesi mümkün değildir.

Şöyle ki; H ve O birleştiğinde bu gazlara hiç benzemeyen su meydana gelir. Su, ne H’nin ne de O’nun özelliklerini barındırmaz. Dahası adam deney yapmaksızın H ve O’yu incelemek suretiyle su hakkında bir bilgiye ulaşamaz çünkü suyun özellikleri H ve O’nun içinde keşfedilemez. Adamın bize verebileceği tek cevap “H ile O’yu birleştirelim ve ne olacağını görelim.” olacaktır. Yani anlaşılacağı gibi adamın H ve O’yu birleştirmek suretiyle sonucu tecrübe etmesi gerekir.

Hume “Madem Z maddesi bir sonuç olarak X ve Y’nin içinde keşfedilemiyorsa o halde X ve Y’nin her seferinde (yani gelecekte yapacağımız her deneyin sonucunda) Z maddesini vermesini beklemek için hiçbir geçerli neden yoktur.” diyerek zorunlu zannettiğimiz sebep-sonuç ilişkilerinin çarkına koca bir çomak sokmuştur.

Açık şekilde gördüğümüz gibi X ve Y kendilerinden sonra gelen Z maddesi hakkında bilgi veremiyorsa Z’nin oluşumu “kesin” değil, ancak “olasılık” dahilindedir. Yani X ve Y bir sonraki deneyde Z maddesini vermeyebilir de!

Bu önemli farkındalık B.Russel’a “Yarın güneşin doğmasını beklemek için neden yoktur, yediğimiz ekmeğin bizi zehirlemesi de işten değildir.” dedirtmiş ve ünlü “Tavuk-Sahip” benzetmesini yapmasına neden olmuştur: “Tavuk sahibinin kendisini besleyeceği beklentisi içindedir. Ancak sahibi bir gün tavuğun kafasını koparabilir de.”

Albert Einstein ise sebeplerin sonuçları doğurması için zorunlu bir neden olmadığı gerçeğinden hareketle B.Russel’a mektup yazmıştır. Öyle ki Russel “Batı felsefesi Tarihi (Say Yayınları)” isimli 3 ciltlik eserinin ilk cildinin önsözünü bu mektuba ayırmıştır.

Şöyle der Einstein mektubunda: “İnsanın kesin bilgiyi elde etme yönünde yoğun isteği vardır. Bilginin tek kaynağı olan duyularımız bizi beklentilerimiz yoluyla inanca götürebilir, fakat kesin bilgiye değil.” (Matrix filminde kısmen anlatılmaya çalışıldığı gibi)

Yani X ve Y maddesinin Z’yi oluşturacağını gözlemleyen bizler bunun kesin bir bilgi olduğunu zannederiz. Ancak X ve Y’nin Z’yi oluşturacağı bilgisi Einstein’in altını çizdiği gibi sadece beklentiden ve inançtan ibarettir. Çünkü bizler dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren deney yaptığımız güne kadar X ve Y’nin daima Z’yi oluşturduğunu gördüğümüzden bundan sonra da böyle olacağına inanırız.

Hayatı boyunca siyah kargalar gören bir adam, bundan sonra beyaz bir karga görmeyeceğinin garantisini veremez. Dolayısıyla X ve Y’nin Z’yi oluşturması için de elimizde bir garanti yoktur.

Havaya attığımız her taş bugüne dek yere düşmüştür. Hume’un fark ettiği üzere atılan taşın yere düşmeme ihtimali de vardır.

Zihnimizi fazlaca yoran ve bize son derece saçma gelen bu gerçekliğin temelinde yatan nedir? Çünkü eğer havaya atılan taş ile yer arasında bir çekim kuvvetinden söz ediyorsak, nasıl olur da taşın yere düşmeme ihtimalinden bahsedebiliriz?

Bunu bir sonraki bölümde sebep-sonuç arasında var olduğunu zannettiğimiz ancak gerçekte var olmayan fiziksel kuvvetlerin tahlili ile anlatmaya çalışacağım.

Önemli Not: Kuantum mekaniğinin doğal olayların meydana gelme/gelmeme ihtimalleri ile D.Hume’un olayların meydana gelme/gelmeme yargısı arasında bir benzerlik yoktur. Kuantum mekaniği atomların belirsizliğinden yola çıkarak ihtimallerden bahsederken, Hume cisimler arasında var olduğunu zannettiğimiz kuvvetlerin aslında hiç var olmayabileceği ihtimalinden bahsetmektedir.

(3.Bölüm sonu)

1.Bölüm
2.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm


 


Yukarı Çık

Ana Sayfa | Editör'ün Notu | Sözlük | Duvar Kağıtları | Linkler

 

instagram.com/ahmet.eksik

biyolojidunyasi@hotmail.com