18.yy’da İskoç filozof David Hume sebepler ve sonuçlar arasında gerçekte
herhangi bir zorunluluk olmadığını ortaya koyarak Batı felsefesinde adeta
depreme yol açmıştı. Sebepler ve sonuçlar arasındaki muazzam uçurum ve
aralarındaki zorunlu olmayan ilişkiyi göstererek özellikle Skeptizm (kuşkuculuk)
akımıyla bilinir oldu ve Batı felsefesinin en önemli figürlerinden biri haline
geldi. Neydi D.Hume’u bu kadar önemli bir figür haline getiren? Hume, insanoğlunun var olduğu günden bu yana gözlemlediği doğa olaylarını bir
zorunlulukmuş gibi kabul etme hatasına düştüğünü fark etmişti. Mesela X maddesi ile Y maddesini bir tüpün içine koyduğumuzda Z maddesi
oluşmaktadır. Bu deneyden yola çıkarak “X ve Y daima Z’yi meydana getirir.”
bilimsel yargısına varırız. Halbuki Hume X ve Y’nin Z’yi oluşturduğu yargısına
varmanın bizim beklentimizden ibaret olduğunu, gerçekte ise X ve Y’nin Z’yi
oluşturması için aralarında zorunlu bir ilişki, bir ispat olamayacağını
göstermişti. Çünkü Z bir sonuç olarak X ve Y’nin içinde keşfedilemezdi. Hume’un ne demek
istediğinin daha iyi anlaşılması açısından X ve Y olarak Hidrojen(H) ve
Oksijen(O) gazlarını, Z olarak da suyu örnek alalım. Hayatında hiç H ve O görmemiş bir adamın eline bu gazları verdiğimizi ve bu
ikisini birleştirdiğinde neler olacağını deney yapmaksızın bize söylemesini
isteyelim. Adama “H ve O’yu birleştirirsek ne olur?” diye sorarsak adamın bu
gazları incelemek suretiyle bize bir cevap vermesi mümkün değildir. Şöyle ki; H ve O birleştiğinde bu gazlara hiç benzemeyen su meydana gelir.
Su, ne H’nin ne de O’nun özelliklerini barındırmaz. Dahası adam deney
yapmaksızın H ve O’yu incelemek suretiyle su hakkında bir bilgiye ulaşamaz çünkü
suyun özellikleri H ve O’nun içinde keşfedilemez. Adamın bize verebileceği tek
cevap “H ile O’yu birleştirelim ve ne olacağını görelim.” olacaktır. Yani
anlaşılacağı gibi adamın H ve O’yu birleştirmek suretiyle sonucu tecrübe etmesi
gerekir. Hume “Madem Z maddesi bir sonuç olarak X ve Y’nin içinde keşfedilemiyorsa o
halde X ve Y’nin her seferinde (yani gelecekte yapacağımız her deneyin
sonucunda) Z maddesini vermesini beklemek için hiçbir geçerli neden yoktur.”
diyerek zorunlu zannettiğimiz sebep-sonuç ilişkilerinin çarkına koca bir çomak
sokmuştur. Açık şekilde gördüğümüz gibi X ve Y kendilerinden sonra gelen Z maddesi
hakkında bilgi veremiyorsa Z’nin oluşumu “kesin” değil, ancak “olasılık”
dahilindedir. Yani X ve Y bir sonraki deneyde Z maddesini vermeyebilir de! Bu önemli farkındalık B.Russel’a “Yarın güneşin doğmasını beklemek için neden
yoktur, yediğimiz ekmeğin bizi zehirlemesi de işten değildir.” dedirtmiş ve ünlü
“Tavuk-Sahip” benzetmesini yapmasına neden olmuştur: “Tavuk sahibinin kendisini
besleyeceği beklentisi içindedir. Ancak sahibi bir gün tavuğun kafasını
koparabilir de.” Albert Einstein ise sebeplerin sonuçları doğurması için zorunlu bir neden
olmadığı gerçeğinden hareketle B.Russel’a mektup yazmıştır. Öyle ki Russel “Batı
felsefesi Tarihi (Say Yayınları)” isimli 3 ciltlik eserinin ilk cildinin
önsözünü bu mektuba ayırmıştır. Şöyle der Einstein mektubunda: “İnsanın kesin bilgiyi elde etme yönünde yoğun
isteği vardır. Bilginin tek kaynağı olan duyularımız bizi beklentilerimiz
yoluyla inanca götürebilir, fakat kesin bilgiye değil.” (Matrix filminde kısmen
anlatılmaya çalışıldığı gibi) Yani X ve Y maddesinin Z’yi oluşturacağını gözlemleyen bizler bunun kesin bir
bilgi olduğunu zannederiz. Ancak X ve Y’nin Z’yi oluşturacağı bilgisi
Einstein’in altını çizdiği gibi sadece beklentiden ve inançtan ibarettir. Çünkü
bizler dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren deney yaptığımız güne kadar
X ve Y’nin daima Z’yi oluşturduğunu gördüğümüzden bundan sonra da böyle
olacağına inanırız. Hayatı boyunca siyah kargalar gören bir adam, bundan sonra beyaz bir karga
görmeyeceğinin garantisini veremez. Dolayısıyla X ve Y’nin Z’yi oluşturması için
de elimizde bir garanti yoktur. Havaya attığımız her taş bugüne dek yere düşmüştür. Hume’un fark ettiği üzere
atılan taşın yere düşmeme ihtimali de vardır. Zihnimizi fazlaca yoran ve bize son derece saçma gelen bu gerçekliğin
temelinde yatan nedir? Çünkü eğer havaya atılan taş ile yer arasında bir çekim
kuvvetinden söz ediyorsak, nasıl olur da taşın yere düşmeme ihtimalinden
bahsedebiliriz? Bunu bir sonraki bölümde sebep-sonuç arasında var olduğunu zannettiğimiz
ancak gerçekte var olmayan fiziksel kuvvetlerin tahlili ile anlatmaya
çalışacağım. Önemli Not: Kuantum mekaniğinin doğal olayların meydana
gelme/gelmeme ihtimalleri ile D.Hume’un olayların meydana gelme/gelmeme yargısı
arasında bir benzerlik yoktur. Kuantum mekaniği atomların belirsizliğinden yola
çıkarak ihtimallerden bahsederken, Hume cisimler arasında var olduğunu
zannettiğimiz kuvvetlerin aslında hiç var olmayabileceği ihtimalinden
bahsetmektedir. (3.Bölüm sonu)
|