27 temmuz 2011 Galileo’nun meşhur “siz kabul etmeseniz de dünya dönüyor” sözü doğal
olayların bilimsel bir nedenden kaynaklandığı gerçeğiyle beraber bilimsel
düşüncenin de fitilini ateşlemişti. Rönesans sonrasında deneysel düşüncenin
canlanmasıyla beraber doğada ki olayların Tanrı ve diğer metafizik kavramlarla
değil o olayın kendisinden önce gelen doğal bir nedene dayandığının kabul
edilmesi pozitivizmin de temelini teşkil eder. Yani doğada gerçekleşen olayların mutlak suretle bir sebebi vardır ve
sebepler kendisinden sonra gelen sonuçları doğuruyor gibi görünmektedir.
Şimşekler mitolojik varlıkların çekiçlerini yere vurmasıyla ortaya çıkan
gürültüler değil, yüksek miktarda elektron akımının sonucunda ortaya çıkan ani
ısı değişimleriydi mesela. Doğadaki olayların mutlak suretle sebep-sonuç çerçevesinde ele alınması
gerektiğini öne süren “Determinizm (nedensellik)” 17.yy’da Sir Isaac Newton’un
ortaya koyduğu ve kendi adıyla anılan Newton Yasalarıyla sıçrama yaptı. Newton
“Tanrısız bir evren” için kolları sıvayan materyalist-deterministler için eşi
bulunmaz bir koz vermişti adeta. Çünkü Newton şöyle diyordu: “Evren tanrı tarafından yaratılmış kusursuz bir
saat gibi işlemektedir.” Materyalistler ise haklı olarak şunu haykırdılar:
“Evren, fiziksel yasalarla kendi kendine yeten ve kusursuzca işleyen bir saat
gibiyse Tanrı'ya ne gerek var!” (Örn. Stephen Hawking) Doğada cereyan eden her olayın bir sebebinin var olduğu kabulünden yola
çıkarak bu zinciri geriye doğru uzattığımızı var sayalım ve evrenin yaratılışına
kadar uzanalım. Evrenin başlangıç anına gelindiğinde “Evrenin başlangıcının da
bir sebebi vardır ama henüz bilmiyoruz, onu da bir gün keşfederiz.” denilmek
suretiyle gözler tersi yöne, yani geleceğe çevrildi. Sebep-sonuç ilişkisi
gereğince temel fizik yasalarından yola çıkarak belli bir cismi veya canlıyı
meydana getiren atomların hareketlerini önceden hesap edebilirsek o zaman
gelecekte ne olacağını da kesin olarak bilebilirdik. Tıpkı hedefe doğrultulan
bir tabancadan çıkan merminin tam olarak nereye isabet edeceğini hesaplamak
gibidir bu. Determinizmin “kendi kendine saat gibi işleyen evren” önermesiyle Tanrı’yı
tasfiye etmeye çalışan materyalistler atomların hareketlerini kestirmek
suretiyle insanı bekleyen geleceği de kesin suretle hesaplayarak büyük dinlerin
kutsal kitaplarında ifade edilen “Kader” kavramından da kurtulmayı
hedeflemişlerdi. Örneğin Ali’nin vücudundaki her bir atomun yerini, hızını,
yönünü ve nereye hareket edeceklerini fiziksel hesaplamalarla tespit edebilirsek
yarın Ali’nin size “merhaba” diyeceğini, yani kısacası kaderini önceden
bilebilirdik! Böylelikle Ali işleyeceği suçlardan dolayı Tanrı tarafından hesaba
çekilmekten de kurtulmuş olacaktı. Eğer bir suç, mesela bir cinayet var ise
ortada, bunun sorumlusu Ali’nin vücudundaki atomlardan başkası olmayacaktı. Ancak determinizmin altın yılları 20.yy’da kuantum fiziğinin keşifleriyle
sönükleşmeye başladı ve 21.yy’da parlaklığını tamamen yitirdi. Determinizmin
pabucunu dama atan sadece kuantum fiziği değil, aynı zamanda birbirine
bitişikmiş gibi görünen sebepler ile sonuçlar arasında gerçekte muazzam bir
uçurumun var olduğunun fark edilmesiydi. Elbette tüm bu gelişmeler sebep-sonuç ilişkilerinin, yani determinizmin
yanlış olduğu anlamına gelmemektedir. Fiziksel ve felsefi keşifler sadece
sebep-sonuç ilişkilerinin mahiyetinin yeniden tanımlanmasını ve farklı bir
açıdan algılanmasını gerektirmiştir. (1.Bölüm sonu)
|