Evlerimizde yada iş yerlerimizde sıklıkla karşılaştığımız canlılar vardır, birde bunun yanında hiç tanımadığımız yağmur ormanı canlıları, kutup canlıları yada çöl hayvanları vardır ki bunları ancak belgesellerde görebiliyoruz. Fakat gördüğümüz bu canlılar kendi dünyalarında mucizevi bir yaşam sürdürmektedirler. Her canlı yaşadığı ortama olağan üstü bir uyum içerisindedir. Buna karşın beslenme, avlanma ve ilginç savunma mekanizmaları ise insanı gerçektende hayrete düşürmektedir.
Doğada yaklaşık olarak 40 milyonun üzerinde farklı canlı türü yaşamaktadır. Bu gerçekten de çok yüksek bir rakamdır. Fakat bu canlıların
yalnızca küçük bir bölümü var olmasaydı şu an dünya üzerindeki "Ekolojik" dengeler altüst olacaktı. Sitenin bu bölümünde,canlıların yaşadığı
bu ortak ekosistem içerisinde birbirleriyle ne tür bir ilişki içinde olduklarını
özetlemeye çalıştım. PİRENİN TEKNOLOJİSİ
Canlı dostlarımızdan birisi olan pire vucut yapısının ufaklığına karşın olağan üstü bir tasarıma sahiptir. Hiç düşündünüz mü
"Bir pire nasıl oluyor da kendi vücudunun 30 - 40 katı yüksekliğe sıçrayabiliyor?".
Bu sorunun cevabını pirenin anatomisini inceleyerek vermeye çalışalım.
Şu an insanlar tarafından üstün teknolojiyle üretilen yay,lastik vb. maddeler bile depoladıkları enerjiyi ancak %15'lik bir kayıpla kinetik enerjiye çevirebilmektedir. Fakat bu kayıp pirenin bacaklarındaki sistemde %5'tir. Bu derece müthiş
bir tasarıma sahip bir pire boyunun 80-100 katı yüksekliğe kadar rahatça
sıçrayabilir.
Pire kendinden 100 kat yükseğe sıçradıktan sonra büyük bir hızla yere düşer. Buna rağmen vücudunda
hiçbir zarar meydana gelmez. Çünkü vücudunda iskelet sistemi yerine pamuk gibi yumuşak tabakalar bulunur. Örneğin böceklerin sert kabuklarına karşın pirelerin
kabukları oldukça yumuşak bir yapıya sahiptir. Bu yapı şiddetli darbeleri emerek
pirenin hasar görmesini engeller.
Bazı okyanus ve tatlı sularda yaşayan bir tür bitki beslenme ihtiyacını ilginç bir tuzak sistemiyle karşılamaktadır. Bu bitkinin Türkçe ismi
"Su kapanı" dır. Bu bitki tıpkı sönmüş bir balona benzer. Bitkinin vücudunun etrafından sarkan ilginç uzantılar vardır. Bu uzantılar
aslında dokunma duyusunu algılayabilen reseptörlerdir. Bunun dışında birde bitkinin gövdesinin yanında bir kapakçık bulunur. Yakınlardan geçen bir canlı bu reseptörlere dokunduğu vakit kapakçık derhal açılır.
Bir vakum sistemiyle bitkinin içine süratle su dolmaya başlar.
Şeklin sağdaki ve alttaki bölümlerinde de görüldüğü gibi suyun akım şiddetine kapılan canlı bitkinin içerisine sürüklenir. Ardından kapak süratle kapanır. Tabii bundan sonra canlının yapacağı pek bir şey kalmaz. Bu aşamadan sonra bitki salgıladığı enzimlerle (eritici maddelerle) böceği sindirerek besin ihtiyacını karşılamış olur.
BİR ARININ HİKAYESİ
Hiç merak ettiniz mi acaba arılar niçin bal yapar? Bir arı yaşamı boyunca ortalama olarak 3-4 damla bal üretebilir. Fakat ürettiği bu bal bile kendi besin ihtiyacının çok üzerindedir. Bu ise insanın aklına kocaman bir soru işaretini de beraberinde getirmektedir. Doğadaki tüm canlılar gereğinden fazla
besin toplayarak israf yapmaktan kaçınırlar. Fakat arılar tam aksine, bir kovan arı sürüsü için gerekli olan 100- 50 gram bal yerine litrelerce bal üretirler.
Bunun nedenini arının yaşam hikayesini inceleyerek açıklamaya çalışalım.
Arının macerası kovanı terk etmekle başlar. Arıdaki koku reseptörleri o kadar hassastır ki bu reseptörler kilometrelerce ötedeki güzel kokulu bir nektar çiçeğinin bile varlığını algılayabilir. Arı çiçeğe vardığı vakit nektarını ağız aletleriyle içine çekmeye başlar. Arının diğer bir mucizevi özelliği ise geldiği yolu hiç şaşırmadan
kilometrelerce ötedeki kovana tekrar ulaşabilmesidir. Arı yolculuk esnasında midesine depoladığı nektarı bala dönüştürmektedir.
Bunu ise midesindeki o eşsiz enzimlerle gerçekleştirir.
Matematikçiler arıların niçin peteklerini beşgen, dörtgen, üçgen veya sekizgen değil de altıgen yaptıklarını merak edip hesaplamaları kağıda dökmüşler. Karşılaşılan sonuç ise insana adeta "Arı ne zaman matematik öğrendi" dedirtiyor. Altıgen diğer çokgenlere göre kenar uzunluklarının toplamı en kısa olan şekildir. Bunu bilen arı peteğini altıgen yaparak en az malzemeyle en fazla peteği üretmektedir. Böylelikle malzemeyi tasarruflu kullanarak balmumu israfını önlemiştir. Ayrıca altıgenler, yapıldığı petekte üretilen balı muhafaza etmek açısından maksimum hacim sağlar. Tabii arıların mucizeleri bununla da bitmiyor. Bir arı kolonisi peteklerini yatayla 7-8 derecelik bir açı yapacak şekilde inşa eder. Böyle yapmasının nedeni peteğin içine bırakılan balın yere dökülmemesi içindir. İlginç olan ise bu açının hiçbir zaman şaşmamasıdır. Arılar peteklerini üretirken kovanın farklı yerlerinden başlarlar. Fakat arılar o kadar hassas hesaplamalar yaparlar ki peteklerini merkezde kavuşturmalarına rağmen altıgenlerin simetrisinde bir bozukluk olmaz.
Başka bir şekilde açıklayalım:
Kovanın 4 köşesinden arılar peteği inşa etmeye başlıyorlar. Her bir arı altıgenleri kusursuz bir biçimde meydana getiriyor. Kovanlar köşelerden merkeze doğru ilerliyor ve en sonunda merkezde birleşiyorlar. Arılar öyle bir hesap yapmıştır ki merkezde birbirleriyle kavuşan altıgen grupları birbirine yapıştırıldığında sanki altıgen yapımına merkezden
başlanılmış gibi bir izlenim verir. Ve dahası petekteki altıgenlerin her biri aynı boyutta olup aralarında büyüklük olarak 1 mm bile fark yoktur.
BALON BALIK
Denizlerde yaşayan bir tür balık çok akıllıca planlanmış bir savunma mekanizmasıyla düşmanlarından korunmaktadır. Bu balık düşmanla karsı karsıya olmadığı zamanlarda sıradan bir balık gibi görünür.
Vücudunun etrafında iri dikenler olup bu dikenler balık normal haldeyken yassı
olarak vücudun yanına yapışık vaziyettedir.
Bu dikenler oldukça sert olup düşmanın ağzıyla yaptığı darbelere karşı bir engel oluşturur. Balık, kendisinden daha büyük başka bir düşman tarafından yutulsa bile vücudundaki dikenler balığın düşmanın boğazından geçmesine engel olur. Düşman, balığı yuttuğu gibi ağızından geri çıkarmak zorunda kalır.
SAVAŞ UÇAĞI SİVRİSİNEK
İnsanların çoğu, sivrisinek kelimesini duydukları vakit tiksinti duyduklarını söylerler. Fakat biz bu bölümde sivrisineği büyüteç altına alarak sahip olduğu o essiz navigasyon cihazlarını siz okuyuculara aktarmaya
çalıştık. Eminiz ki sizlerde sivrisineğin bilinmeyen yönlerini öğrendiğinizde
hayranlığınızı gizleyemeyeceksiniz.
Bilindiği üzere sivrisinek insanların kanını emerek yaşayan bir canlı türüdür. Bunun dışında diğer canlıların kanlarını da emerler. Sivrisinekler belirli mevsimlerde yumurtalarını suya bırakarak üremeye başlarlar. Suya bırakılan larvalar bir müddet burada kalarak değişim geçirmeye başlarlar. Yumurtalardaki mükemmel bir sistem suda boğulmalarını engeller. Bu sistem tıpkı dalgıçların kullandığı borulara benzer ve sifon adını alır. Borunun bir ucu yumurtaya bağlı iken diğer
ucu su yüzeyinin üzerindedir. Larva olgunlaştıktan sonra yavru sivrisinek
yumurtadan çıkar ve hayata atılır.
Aşağıdaki resimde su yüzeyinden baş aşağı sarkmış olan larvaların nefes
almasını sağlayan sifon sistemleri net bir şekilde görülmektedir.
Bir sivrisinekte o kadar kusursuz reseptörler vardır ki bu reseptörlerle, sinek bir kan birikintisine hiç dokunmadan kanın grubunu bile belirleyebilir. Sinekteki reseptörler elbette bununla bununla sınırlı değildir. Özellikle bacak bölgelerinde bulunan çeşitli reseptörler, sineğin havadaki hızını ve çevre sıcaklığını çok hassas bir şekilde algılayabilir.
Isı reseptörleri o kadar hassastır ki çevredeki sıcaklığın 1000 de biri (0,001
C) değerindeki bir değişikliği bile rahatlıkla algılayabilir.
Odada bulunan bir sivrisinek odada hiç bir ışık kaynağı olmamasına rağmen sizin yorganın dışında kalan parmağınızı rahatlıkla görebilir. Bunu başarmasının nedeni sahip olduğu kızılötesi görüş organlarıdır. Bu organlar, parmağınızın sinek tarafından algılanması yanında parmağınızdaki damarların hangisinin deri yüzeyine daha yakın olduğunu bile tespit edebilir.
Burada durup düşünmek gerekir. Zifiri karanlık bir odada göz gözü görmezken küçücük bir sivrisinek yalızca parmağımızı görmekle kalmıyor birde parmağımızdaki damarların konumunu bile tespit edebiliyor. Bu sistem gerçektende harikulade bir yaratılış eseridir. Bu harikulade canlılar, bugünün savaş uçaklarında yeni yeni kullanılmaya başlayan kızılötesi görüş sistemini milyonlarca yıldan beri kullanmaktadır.
Bir sivrisinek sahip olduğu özel bir hortum vasıtasıyla avını sokarak kanını emer.
Basit gibi görünen bu işlem aslında birtakım karmaşık basamaklar sonucunda
meydana gelir.
Yukarıdaki şekillerden soldakinde hortumunu deriye saplamış vaziyette kan emen bir sivrisinek görülmektedir.
Sağdaki resimde ise "Elektron tarama mikroskobu" ile fotoğrafı çekilmiş bir
sivrisineğin ağız aletleri görülmektedir.
Sivrisinekteki ağız aletleri resimde görülenden çok daha karmaşıktır. Bir sivri sinek kan emeceği kurbanının üzerine konduktan sonra hortumundaki 6 adet bıçaktan 4 tanesi ile deriyi kesmeye başlar. Hortumunu en yakın damara kadar sokan sinek, hortumundaki diğer 2 bıçağı da deriye saplayarak damardan kanı çekmeye baslar.
Fakat ortada büyük bir problem vardır.
Kurbanın kanı damardan çıkar çıkmaz pıhtılaşmak için bir seri reaksiyon geçirmeye başlayacaktır. Kanın pıhtılaşması ise sivrisineğin kan emmesi sırasında büyük bir engel teşkil eder. Fakat sivrisinek, kendisine yaratılışından verilen bir sistem ile bu problemi salgıladığı bir kimyasal madde vasıtasıyla halleder. Bu maddenin
Latince isimi "Hirudin"dir. Bu madde
kanın pıhtılaşmasını sağlayacak reaksiyonları durdurur. Kanın pıhtılaşması
durdurulunca sivrisinek akışkan kanı rahatlıkla emer.
Fakat sivrisineğin sahip olduğu bu mükemmel silahlar bununla da sınırlı değildir. Sivrisinek damarına hortumunu soktuğu hayvanın canının yanmasını engelleyecek bir formül geliştirmiştir. Sivrisinek, bugün tıp alanında kullanılan
"Anestezi (uyuşturucu)" kimyasallarını kendi salgı bezleri ile üretir. Bu kimyasalı hortumun içinden geçen bir kanal aracılığı ile hayvanın derisinin altına zerk eder.
Hortumun girdiği bölge uyuşunca, kurban, sinek tarafından sokulduğunun farkına
bile varmaz.
Bu kadar mükemmel savaş silahlarına sahip bir sivrisinek, bir uçak kadar büyük
değil, yalnızca bir kaç santim büyüklüğündedir.
KAKTÜSÜN AKLI
Kurak çöllerde yasayan bir tür bitki görenleri hayrete düşürmektedir. Bu bitki kurak yaşam şartlarında yaşamaya elverişli bir yapıya sahiptir.
Bitkinin gövdesini saran örtü ise çok kalındır. Bu vesileyle su kaybı en aza
indirilmiştir.
Bitkinin ilgi çekici yanı ise kendisini çöllerde yaşayan vahşi hayvanlara karşı
korumak için özel bir kamuflaj sistemine sahip olmasıdır.
Resimde de görüldüğü gibi bu özel kaktüsü, hemen yanındaki çakıl taşlarından ayırmak çok güçtür. Çölde yaşayan hayvanların ise bu bitkiyi fark etmeleri mümkün değildir. Buradaki problem, bitkinin kendini kamufle etmesinin yanında çakıl taşlarının rengini nereden bildiğidir. Elbette tüm bu bilgiler tasarım harikası DNA şifresinde kodlanmış haldedir.
KÜÇÜCÜK BİR BAKTERİ
Yaşadığımız her yerde çok küçük canlılar yaşamaktadır. Bu canlılar o kadar ufaktırlar ki ışık mikroskobuyla bile güçlükle görülebilirler.
Bu mikroskobik canlıların büyük bölümünü ise "Bakteri "adı verilen tek hücreli
bir canlı grubu oluşturur.
Bakterilerin vücutları yalnızca tekbir hücreden meydana gelmiştir. Bu
kadar basit görünmesine karşın elektron mikroskopları ile yapılan araştırmalar,
ışık mikroskobuyla bile zor görülebilen bu küçücük yaratıkların vücutlarında
bile olağanüstü birer teknoloji ile tasarlanmış yapılar bulunduğunu
göstermiştir.
Özetlenecek olursa sırasına uygun olarak nizami bir şekilde yerleşen özel parçalar, bakterinin kamçısını maksimum verimle döndürecek şekilde birbirleriyle uyum içerisinde çalışmaktadırlar. Sistem yakıt olarak ise hidrojen atomlarını kullanır. Yani (+) yüklü çıplak "Proton"ları. Bu ise insanların bile taklit edemediği olağanüstü bir sistemdir.
Belki gelecekte buna benzer enerji sistemleri kurulabilir, kim bilir ?
Burada verilen örnekler canlıların devasal alemlerinden yalnızca birkaç
örnektir. Biliyoruz ki doğada yaşayan milyonlarca canlı türünün herbiri ayrı birer tasarım harikasıdır. Canlılar aleminin insanı içine çeken yönü de
bu olsa gerek.
|